Çoğumuzun son günlerde popüler kültür haline dönüşen Kürk Mantolu Madonna kitabının yazarı olarak yada lisedeki edebiyat derslerimizden hatırladığı Sabahattin Ali 25 Şubat 1907 tarihinde bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan Gümülice'de doğmuş ve 2 Nisan 1948 tarihinde ülkeyi terk etmeye çalışırken hazin bir şekilde hayatı son bulmuş olan yazarımızdır. İlköğrenimini Anadolu'nun çeşitli yerlerinde tamamlamış, sonra 5 yıl Balıkesir Öğretmen Okulu'nda öğrenim görmüş ve İstanbul Öğretmen Okulu'ndan mezun olmuştur. 21 yaşındayken Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2 yıllığına Almanya'ya gönderilmiştir. Almanya'dan döndükten sonra yine Anadolu'nun muhtelif yerlerinde öğretmenlik yapmıştır. Bu bilgileri verme sebebimiz yazarın ülkeyi iyi tanıdığını ve eserlerinde bahsolunan yerlerin aslında yazarın kendi yaşamında gördüğü ve bildiği yerler olduğunu sizlere göstermektir.Yazarın eserleri Türkiye'de uzun süre yasaklı kalmış, ancak 1960 sonrasında okuyucuyla tam anlamıyla buluşabilmiştir. Yazarın değişken ve soğuk bir kişiliği olduğu ve ayrıca bu dünyada namuslu olan herkesin solcu olması gerektiğini düşündüğü rivayet edilir. Bu bilgiler tabiki kesinliği şüpheli ama doğru olma ihtimali olan bilgilerdir. Sabahattin Ali'nin ömrü duruşmalarla, sürekli takpilerle ve tutukluluklarla geçmiştir. Ünlü Aldırma Gönül adlı şiirini de Sinop Cezaevi'nde tutuklu iken yazmıştır. Romanları ile bilinmesine rağmen kendisi büyük bir öykücüdür ve ismi ülkenin en iyi öykücüleri olan Sait Faik, Refik Halit gibi isimlerle birlikte anılır. Hayatı ve kişiliğiyle alakalı daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, bizzat kendi kızı Filiz Ali tarafında yazılmış, Filiz Hiç Üzülmesin adlı eseri okuyabilirler.
Bu yazımızın konusu olan İçimizdeki Şeytan ilk olarak 1940 yılında Remzi Kitabevi tarafından yayınlanmıştır. Eser sonraları siyasi damgası yemiş ve daha önce de söz ettiğim gibi uzun yıllar yasaklı kalmıştır. Şimdilerde de kitabın siyasi içerikli olduğunu savunanlara katılmıyorum. Eserde bazı siyasi izler olduğunu kabul ediyorum hatta fena halde yanılmıyorsam Nihal Atsız'a kitap boyunca atıflarda bulunulduğunu düşünüyorum fakat kitabı tarafsız bir tavırla okuyanların asıl eleştirinin insanın kendisine ve topluma yapılmış olduğunu göreceklerine eminim. İki ana karakterimiz var eserde; Ömer ve Macide. Sabahattin Ali'nin diğer romanlarında alışık olduğumuz gibi yazar anlatmak istediğini zor bir aşkı konu alarak anlatmış diyebiliriz sanırım. Diğer romanlarından ayrı olarak yazar bu eserinde daha çok iç tahlile başvurarak biri toplum biri bizzat kendi tarafından kapana kısılmış iki insan ve etraflarındaki acımasız hayatı anlatıyor. Sabahattin Ali bu iç tahlilleri kendince önceki çoğu yazar gibi sırf yapabildiği için yapmıyor ve romana mükemmel bir hava katıyor.Zaten bu iç tahlillere sadece yeteneğini göstermek için başvurmuş olan yazarlar farkında olmadan tecrübeli olmayan okuru fena halde sıkıyorlar. Bunların aksine Sabahattin Ali bu iç tahlilleri o kadar yerinde ve o kadar anlamlı yapıyor ki bir sonraki iç tahlili iple çekiyor karakterlerimizin düşündüklerini ve hissettiklerini çok merak ediyoruz. Darülfinun'da yani şimdiki İstanbul Üniiverstesi'nde felsefe okuyan Ömer içimdeki şeytan olarak tanımladığı bir his ile mücadele etmektedir. Ömer yaptığı bütün kötü işleri bu içindeki şeytanın üzerine yükler, haliyle bu içinde taşıdığı şeytan onu oldukça değişken bir kişiliğe itiyor.Kitabı okurken Ömer içindeki şeytanla her yüzleştiğinde biz de kendimizle yüzleşmekten kurtulamıyoruz. Ne mutlu bu yüzleşmeyi içi rahat bir şekilde sonlandıranlara. Kitap rahatlıkla bir gecede okunabilecek bir anlatıma ve olay örgüsüne sahip bitirdikten sonra da içinizde tekrar tekrar okuma hissi uyanıyor ister istemez. Bu hisse kulak vermenizi tavsiye ederim. Yazarın diğer romanlarında ve İçimizdeki Şeytan'da ölüm önemli bir yer tutuyor, zannımca yazar insanların ölüm karşısında tutundukları lakayıt tavrı her fırsatta eleştiriyor ama bu benim fikrim tabi. Son olarak yazar yoksulluğu ve geçim zorluğunu insana hayret verecek kadar gerçekçi anlatıyor ve buna bağlı olarak karakterlerimizin yaşadığı maddi zorluklar adeta içimize işliyor.Birçok dile çevrilmiş ve yayınlanmış bu eseri herkese tavsiye ediyor, böyle bir yapıtın ülke topraklarından çıkması beni oldukça gururlandırıyor ama yazarın kendi ülkesinde zindan hayatı yaşamış olması bir o kadar da utandırıyor.
Ben Furkan Nacar, okuduğum kitaplara izlediğim filmlere oynadığım oyunlara ve daha birçok şeye kendi penceremden bir göz attığım blog
25 Temmuz 2016 Pazartesi
17 Temmuz 2016 Pazar
İNCELEME&YORUM - HURİN'İN ÇOCUKLARI
Herkes Yüzüklerin Efendisi, Hobbit veya Silmarillion'u duymuştur yada en azından Yüzüklerin Efendisi veya Hobbit filmlerinden birini görmüştür. Bunun sebebi 2001-2003 yıllarında çekilen Yüzüklerin Efendisi filmlerinin popüler kültüre mal olmasıdır. Geçtiğimiz yıllarda (2012-2014) Hobbit'de sinemaya uyarlanmış ama malesef Yüzüklerin Efendisi filmlerinin başarısının yakınından dahi geçememiştir. Filmleri izleyen büyük bir kitle bu filmlerin kitap uyarlaması olduğunu bilir. John Ronald Reuel Tolkien isimli İngiliz yazar hayatını bu fantastik dünyayı kurmaya adamış ve gayet başarılı olmuştur. 1973 yılında 81 yaşında öldüğünde arkasında bir çok tamamlanmış ve bir o kadar da tamamlanmamış eser bırakmış ve hayata gözlerini yummuştur. Bu tamamlanmamış öykülerden birisi de Hurin'in Çocukları'dır.
![]() |
John Ronald Ruel Tolkien |
![]() |
Sayısız Gözyaşı Savaşı'nda Cüceler Ejderha Glarung'la çarpışırken. |
.
![]() |
Sayısız Gözyaşı Savaşı'ndaki Elfler |
![]() |
Hurin Oğlu Turin'in bir çizimi |
16 Temmuz 2016 Cumartesi
İNCELEME&YORUM - VALİANT HEARTS THE GREAT WAR
Geçtiğimiz günlerde Electronic Arts Battlefield 1'i duyurdu ve herkes çok heyecanlandı. Youtube'a herkes sürekli kapalı betada oynadıkları oyunları atmaya başladı. Herkes aynı haritada çoğunlukla aynı silahlarla aynı oyunu oynuyor hiç mi sıkılmıyorsunuz ya? Sürekli herkes oyun şöyle iyi böyle iyi. 1. Dünya Savaşı 'nda geçiyo diye mutlu olan insanları anlayabiliyorum çünkü bence herkes 2.Dünya Savaşı konulu FPS(first person shooter -birinci kişi ateş etme) oyunlardan bezdi artık ama bugün size belki gölgede kalmış belki unutulmuş bir oyun anlatacağım. Bizim Assassin's creed, Prince of Persia, Watch Dogs gibi oyunların yapımcısı olarak tanıdığımız Ubisoft 2014 Haziran'ında bi oyun çıkardı; Valiant Hearts The Great War.Türkçe'ye cesur yürekler büyük savaş olarak çevirebiliriz sanırım. Battlefield gibi Valiant Hearts'da 1. Dünya Savaşı'nda geçiyor ama hemen bayrakları asmayın. İki oyunda da Osmanlı yok sadece Battlefield'in multiplayerinde seçebiliyoruz sanırım Osmanlı'yı. Bunun bazı sebepleri var tabiki. Öncelikle 1.Dünya Savaşı deyince bizim aklımızda Çanakkale Savaşı, Sarıkamış, Kanal zorlasan Kut'ül Amare gelir doğal olarak, ama dünyanın geri kalanının aklına Batı cephesi gelir. Batı cephesi dedikleri Almanya ve Fransa sınırında gerçekleşen savaşlar ve kısmen haklıdırlar. Savaşın en kanlı geçtiği yer burasıdır ve 1. Dünya Savaşı'ndaki diğer bütün savaşlar dolaylı olarak batı cephesiyle ilgilidir. Konuyla ilgili olanlar Im Westen Nichts Neues kitabını okuyabilir yahut aynı adlı uyarlama filmini izleyebilirler bence gayet başarılıdır filmde kitapta. Sonuç olarak Valiant Hearts batı cephesinde geçen gerçekten esinlenilmiş bir hikayeyi anlatıyor. Hikayede Doğu Fransa'da çiftçilikle uğraşan bi ailenin hikayesini anlatır. Aile Karl eşi Marie, Marie'nin babası Emile, Karl ve Marie'nin henüz yeni doğmuş bir bebeği vardır. Bu sırada savaş patlak verir ve Fransız Hükümeti ülkedeki Almanların ülkeyi terk etmesini ister. Alman asıllı Karl sınır dışı edilir ve ailesi ondan hiç haber alamaz. Bu sırada Emile askere çağırılır ve Fransız ordusuna katılır. Marie ve henüz kundaktaki oğlu bir başlarına kalırlar. Karl da bu arada Alman Ordusuna alınır ve hikaye tam burada başlar. Oyunda Karl ve Emilie dışında 2 tane daha oynanabilir karakter vardır. Askere gönüllü olarak giren ve eşinin intikamını almak isteyen Amerikalı Freddie ve Paris'te okuyan Belçikalı bi' öğrenci olan Anna.
Oyun içerisinde puzzleları
çözerken ve düşmanla savaşırken bizim yanımızda gezen ve çok yardımı olan bir
Walt adında bir köpek vardır, şahsen oyunun en sevdiğim kısmıdır bu köpek. Bize
aşırı derecede sadıktır ve her durumda yardımımıza koşar. Bi süre sonra köpeğin
bu kadar sadık ve yardımsever olması bizi duygulandırıyor. Çünkü köpek bize
hiçbir karşılık beklemeden yardım etmektedir. Oyun bize savaşın herkesin
hayatını etkilediğini ve büyük çaresizlikleri anlatıyor. Oyunun atmosferi o
kadar güzel ki oyunu oynamaya başladıktan birkaç dakika sonra siz de
kahramanlarımızın yanında mücadele ediyormuş gibi hissediyorsunuz. Bunda oyun
müziklerinin etkisi çok büyük, oyunun her kısmında çalan her müziği çok sevdim.
Bunun yanında oyun size geniş bir tarihi anlatım sunmaktadır. Oyunu oynarken
karakterlerimizin geçtiği yerlerin yaşadığı olayların aslında gerçek olduğunu
oyun bize sürekli bilgilendirici bi şekilde hatırlatıyor, Valiant Hearts bize
bazen internet oyunlarını hatırlatsa da samimiyetini sonuna kadar
korumuştur.Oyun asla mükemmel değil, her yönden bir çok eksiği var ama oynanış,
ara sahneler, karakterler o kadar samimi ki kolaylıkla görmezden gelebiliyoruz.
Hele ki sırf para kazanmak için aynı oyunun adını değiştirerek her sene çıkaran
bi firmanın böyle bi oyunu piyasaya sürmesi de bizi mutlu etti, puzzle yapmayı
seviyor ve 1. Dünya Savaşıyla ilgili güzel bir hikaye dinlemek istiyorsanız
kaçırmamanız gereken bi oyundur. Aynı zamanda mobil olarak oynayabildiğimiz
Valiant Hearts The Great War bize 1.Dünya Savaşını alışılmışın dışında bir
oynanış ve hikaye olarak sunuyor ve bu sunum aynı konulu diğer oyunların
sunduğu duygusuzca insan öldürmenin çok dışında, Ubisoft'u tekrar tebrik ediyor
benzer oyunların devamının gelmesini bekliyor, hepinize iyi oyunlar diliyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)